Müeyyed Cendî’nin Hayatı, Eserleri ve Ekberî Gelenekteki Yeri
Authors : Ayşe Mine Akar
Pages : 703-730
Doi:10.37697/eskiyeni.759827
View : 13 | Download : 10
Publication Date : 2020-09-20
Article Type : Research
Abstract :Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-hikem’inin ilk tam şerhini yazan Müeyyed Cendî’nin hayatı ve eserleri, umûmiyetle biyografisine dâir bilgiler verdiği Nefhatü’r-Rûh ve Tuhfetü’l-Fütûh adlı eserinden yola çıkılarak hazırlandığından eksiklik ve yer yer yanlışlıklar içermektedir. Müellifin metafizik konulardaki görüşlerine ise, Abdullah Bosnevî’nin kendisine sorulan bir soru üzerine kaleme aldığı Şerhu li ba‘zi kelâmi’ş-Şeyh Müeyyed el-Cendî fî Şerhi Fusûsi’l-hikem adlı küçük risâle dışında, müstakil olarak hiç değinilmemiştir. Oysa Cendî’nin, ilk Fusûsu’l-hikem şârihi olması ve bu şerhi Konevî’nin işaret ve yardımıyla yazmış olması, onu İbnü’l-Arabî’nin görüşlerinin ilk elden nasıl anlaşıldığının tespitinde, sonraki dönem şârihlerinin kendisinden bîgâne kalamayacağı önemli bir isim haline getirmiş ve hemen hemen tüm şârihler bazen açıkça bazense isim vermeden müellifin eserlerinden nakillerde bulunmuşlardır. Cendî, Aral Gölü’nün kuzey doğusunda yer alan tarihî Cend şehrinde tahminî olarak hicrî yedinci yüzyılın ikinci çeyreğinde dünyaya gelmiştir. Tasavvuf yoluna girmek istediğinde babası dâhil yakın çevresi ona karşı çıkmış, o ise aldığı manevî bir işaretle önce hacca, ardından "asrının kâmili” olarak nitelediği Sadreddîn Konevî’nin yanına giderek seyr ü sülûkünü tamamlamıştır. Müellifin Konya’da bulunduğu dönemde şe-hirde Mevlânâ Celâleddîn Rûmî gibi pek çok önemli sûfî ve ilim adamı vardır. Cendî burada hocasının vefât ettiği sene olan 674’e kadar kalmış; ardından Bağdat, Sinop, Kenger ve Tebriz şehirlerine gitmiş ve Şerhu Fusûsi’l-hikem’in Lâleli/1417 nüshasındaki müstensih kaydına göre de 711 yılında Tebriz’de vefât etmiştir. Cendî’nin günümüze ulaşan sekiz eseri mevcuttur. Bunların bir kısmı sadece metafizik konuları ele alırken, bir kısmı ise ahlâkî olgunlaşmayı hedefleyen eserlerdir. Metafizi-ğe dâir eserlerden en önemlisi Şerhu Fusûsi’l-hikem’dir. Müellifin eserinde belirttiğine göre bu şerhten önce bir ‘büyük şerh’ yazmıştır. Bu büyük şerhin günümüze ulaşan şerhle ilişkisine dâir net bir açıklama bulunmamakla birlikte, eserin yazımı otuz yıla yayıldığı için, bazı bölümlerin müellif tarafından farklı şekillerde adlandırılması ihtimal dâhilindedir. Cendî’nin bu mühim eseri Fusûsu'l-hikem’in ilk tam şerhi olduğu için sonraki şerhlere hem mukaddimesi hem de fasların şerhi ile modellik ve kaynaklık etmiş; bu yüzden de şerh Abdurrahman Câmî tarafından sonraki şerhlerin kaynağı olarak nitelenmiştir. Cendî’nin ismini zikrettiği ama günümüze ulaşmayan eserleri olduğu gibi, ona nisbet edilmekle beraber kendisine âidiyeti şüpheli olan eserler de mevcuttur. Cendî’nin İbnü'l-Arabî ekolü içerisindeki yeri onun Fusûsu'l-hikem şerhi ile temâyüz eder ancak ekolün belli başlı konularına dâir sadece bu eserden yola çıkarak yapılacak yorumlar eksiklikle malûldür. Bu bağlamda, çalışmamızda ekolün önemli üç konusunu ele aldık. Bunlar, Tanrı’da varlık-mâhiyet ilişkisi, müellifin mertebe tasnîfleri ve ilim-malum ilişkisine dâir görüşleridir. Cendî, ilâhî Zât hakkında, kendisinin bildirdiği dışında ne isbâtî ne de selbî bir yorumda bulunmayı doğru bulmaz ve bu konuda Resûlul-lah’ın Allah’ın zâtı hakkında tefekkürü nehyettiği hadise istinâd eder. Bilindiği üzere bu hadis, İbnü'l-Arabî muhaliflerinin de Şeyh’in görüşlerine red sadedinde kullandıkları bir hadistir. Cendî’nin bu hadise dayanıyor olması, ilk dönem İbnü’l-Arabî takipçilerinden önemli bir ismin varlık-mâhiyet ilişkisi konusundaki görüşlerinin anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Bu konu aynı zamanda ilâhî Zât’ın lâ taayyün mertebesinde varlıkla nitelenip nitelenemeyeceği ile de ilgilidir. Cendî’nin, lâ taayyün mertebesini suskunluk mertebesi olarak yorumladığı göz önünde bulundurulduğunda, müellifin varlık-mâhiyet ilişkisi konusundaki düşünceleri de belirginlik kazanır. Ekberî ekole dâir yapılan çalışmalarda lâ taayyün mertebesinin mutlak vücûd mertebesi olarak zikredildiği düşünüldüğünde, bu konu hakkında tüm ekolün mutabık olduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi, burada vücûddan bahsetmeyen isimlerin (Abdülkerîm Cîlî gibi), ekol dışı olarak nitelenmesinin çok da doğru olmayacağını ifade etmek gerekir. Cendî’nin çeşitli itibarları dikkate alarak yaptığı mertebe tasnifleri ve ilim ma‘lûm ilşkisine dâir görüşleri de çalışmamızda ele alınan diğer konulardır.Keywords : Tasavvuf, Müeyyed Cendî, Ekberiyye, Varlık-Mâhiyet İlişkisi, Varlık Mertebeleri