- Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
- Vol: 7 Issue: 1
- DİN İKİ KISIMDIR: ALLAH İNDİNDEKİ DİN VE HALK İNDİNDEKİ DİN (DİN KAVRAMINA FÜSÛS MERKEZLİ BİR BAKIŞ)...
DİN İKİ KISIMDIR: ALLAH İNDİNDEKİ DİN VE HALK İNDİNDEKİ DİN (DİN KAVRAMINA FÜSÛS MERKEZLİ BİR BAKIŞ)
Authors : Zeliha Öteleş
Pages : 541-560
Doi:10.46353/k7auifd.713228
View : 8 | Download : 4
Publication Date : 2020-06-29
Article Type : Research
Abstract :İnsanoğlunun ontolojik sorularına cevap vermenin yanı sıra bu cevaplarıyla onu ikna etmeye çalışan din, hikmetli sözler ile cezbeden, bağlıları için keskin kurallar örgüsü ile de itaati şart koşan bir yapıdır. Bu yapının en başında tanrı veya tanrılar, sonrasında bu tanrı ve tanrılardan haber aldığı kabul edilen insanlar, silsilenin üçüncü aşamasında ise bu tanrı veya tanrılardan haber alanların misyonunu devam ettiren din görevlileri, son halkada ise inananlar yer alır. Bu hiyerarşik yapı genel mânâda tüm dinlerde görülebilmektedir. Dinlerin isimlerinde ve şeriat/kurallarındaki farklılıklar bu hiyerarşiyi büyük ölçüde değiştirecek düzeyde değildir. Din üzerine yapılan her çalışma, din meselesini daha da karmaşık hale getirmektedir. "Tanrı tasavvurları” üzerine inşâ edilen "din tasavvurları”nın çeşitliliği, tasavvur eden kişi adedince dinden bahsetmeyi mümkün hale mi getirmektedir? Tanrı’ya giden yolların mahlukâtın nefesi adedince olduğunu varsayan düşünceyi esas alırsak, tasavvurlar adedince din ve tanrı yorumunun olduğu kabul edilebilir mi? İslâm dininin temel kaynağı Ku’rân metni, din hakkında en net cümleyi şu şekilde inananlarına aktarır: "Allah indindeki din İslâm’dır”. Peki Allah’ın indindeki din olan İslâm ile kul indindeki İslâm aynı mıdır? Kullar indindeki İslâm, Hak indindeki İslâm ile ne kadar benzerlik arz etmektedir? Bu sorular üzerine inşâ edilen çalışmamızın temel gâyesi, mümkün olduğu ölçüde bu cevaplara yaklaşabilmektir. Müslüman coğrafyada Muhammedî Şeriat, İslâm olarak anlaşılırken; Allah indindeki din Muhammedî Şeriat olarak kabul edilmez. Öyle ki, "Allah’ın indi” ifâdesi ile anlaşılan ezelî olan dindir. Çünkü Allah’ın indindeki hak/hakikat değişen ve farklılaşan bir şey olamaz. Hz. Muhammed’e kırk yaşında gönderilen vahyin adının "İslam” olarak isimlendirilmesi, tarihin belli bir noktası ile başlamıştır. Dolayısıyla, tarihsel olarak mevcudiyeti tespit edilebilir bir olgudur. Ancak Allah indindeki din olan İslâm, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen bütün şeriatlara verilen bir isim olarak anlaşılmıştır. Bu cihetle, Allah indinde olan İslâm, yeryüzünde farklı şeriat biçimleri olarak tezahür etmiş/peygamberlere vahyedilmiştir. Nitekim bugün kendini Müslüman olarak tanımlayan bir kimsenin, imanın şartlarından olan "peygamberlere ve kitaplara iman” şartı, her bir mü’minin kabul etmesi zorunlu olan esaslardandır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar olan dini anlama biçimlerindeki farklılıkları, âyet ve hadislerde yer alan din-İslâm tanımlamalarında da görmek mümkündür. Âl-i İmran sûresi, 19. âyette yer alan "Allah indideki din, İslâm’dır” ibâresinde yer alan İslâm, teslim olma/boyun eğme/inkıyâd olarak tanımlanırken; din kelimesi "Muhammedî Şerîat” olarak kabul görmüştür. İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem adlı eserinde peygamberlere birtakım hikmetler tahsîs etmiş ve bu hikmetlerle ilintili mevzûlara işâret etmiştir. Din konusu, hikmet-i rûhiyyenin Yakûb kelimesine tahsîs edildiği sekizinci kısımda yer almaktadır. Yakûb Fassında "din” konusunu anlamaya çalışacağımız bu metinde öncelikle farklı din tanımlamalarına, sonra âyet ve hadis çerçevesinde din algısına, son olarak da İbnü’lArabî’nin eserlerinde ve bu eserlerin şârihlerinin yorumlarında anahtar bir kavram olan "din” olgusunu anlamaya çalışacağız. İbnü’l-Arabî, dini ikiye ayırır: Allah indindeki ve halk indindeki din. Allah indindeki dini de anlatırken, Hakk’ın bildirdiği kimse indindeki din ve Hakk’ın bildirdiği kimsenin bildirdiği kimse indindeki din şeklinde hiyerarşik bir düzlemde aktarır. Öyle ki, Hakk’ın bildirdiği kimse Cebrâil, Hakk’ın bildirdiği kimsenin bildirdiği kimse ise Hz. Peygamber olarak anlaşılabilir. Bu noktada, halk indindeki din de iki kısımdır. Nebevî şerîata tâbi olanların ve fetret vakti hikmet sahibi kimselerin indindeki din. Bu noktada İbnü’l-Arabî, Hak indindeki dinin tüm bu dinlerden mutlak sûrette üstün olduğunu belirtir. Dinlerin halk indindeki çeşitliliği, din hakkında ihtilafı beraberinde getirmiştir. İbnü’l-Arabî’nin din hakkındaki düşünceleri yıllarca, "dinlerin aşkın birliği” şeklinde ifade edilmiştir. Özellikle Gelenekselci Ekol’ün bu hususta geniş değerlendirmeleri bulunmaktadır. Çalışmamızda "dinlerin aşkın birliği” meselesine yer vererek Fusûs’da aktarılan, dinin mâhiyeti itibariyle "dinler” ile kast edilenin "örf ”, "an‘ane” olduğu, âyette işâret edilen "tek din” olmadığı anlaşılabilir. Bu husûsu, gölge metaforu ile şu şekilde özetlememiz mümkün; gölge sahibi "Hak indindeki din”, gölgeler ise "halk indindeki din”dir. Dolayısıyla "varlık” (vücûd) meselesinde olduğu gibi "din” meselesinde de "teklik” (vahdet) söz konusudur. İbnü’l-Arabî özetle dini, boyun eğme (inkıyâd) olarak tanımlar. Bu boyun eğmeyi de kişinin fiillerinin aynı olarak görür. Bu açıdan bakıldığında İbnü’l-Arabî, fiillerin ya da muâmelâtın din olduğu fikrine sahip görünmektedir. Bu noktada şu hususu belirtmek gerekir ki, boyun eğme fiilinin din olarak isimlendirilmesi ile Hak indindeki mutlak din kast edilmiş görünmemektedir.Keywords : Tasavvuf, İbnü’l-Arabî, Din, İslâm, Fusûsu’l-Hikem, Yâkub Fassı