İslâm Tarihinde Beraber Yaşama Kültürü ve Yansımaları
Authors : Cuma KARAN
Pages : 17-35
Doi:10.30623/hij.952960
View : 9 | Download : 2
Publication Date : 2021-06-15
Article Type : Research
Abstract :Bütün insanları aynı özden yaratan Allah, insanlar arasında bu anlamda bir ayırım koymamış ve onlara verdiği nimetlerde de bir kısıtlamaya gitmemiştir. Dünya ninetlerini inanan inanmayan herkesin herhangi bir kısıtlama yapmadan istifadesine sunmuştur. Kâinatın en şerefli varlığı olarak da bu nimetleri insanlığın emrine vermiştir. Yaratıcı ve yaşadığımız âlem açısından kâinata baktığımızda bizler bazı ortak noktalarla bu kâinat âleminindi birbirimize bağlı birer farklı ailelere mensup olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın ait olduğu bu aileleri üç kategoriye ayırmak mümkündür. Bunlar; İnsanlık ailesi, İnananlar ve Ehl-i Kitap ailesi ile Mü’minler ailesidir. İnsanın mensup olduğu en geniş olan İnsanlık ailesi noktasında "Bütün İnsanlar tek bir ümmettir”; "Bütün insanlar tek bir özden yaratılmış ve çoğaltılmışlardır.” ifadeleriyle yaratıcı ve yaratılış açısından insanlar arasında bir ayrıma gidilmemiştir. "Ey Âdemoğulları!” tabirinde de aynı şekilde bütün insanlar kastedilmiştir. İsrâ Suresi’nde ise daha açık bir şekilde "Biz âdemoğluna ikramda bulunduk.” denilerek insanlar arasında; yaratmada ve nimetlendirmede ayrım ve ötekileştirmeye gidilmeden herkesin "kul” olarak muhatap alındığı net bir şekilde ifade edilmiştir. Hz. Peygamber de "Veda Hutbesinde”, ötekileştirmeye, aşağılamaya, ayrıştırmaya karşı kıyamete kadar geçerli olacak olan şu hakikatleri haykırmıştır: "Ey insanlar! Sizin Rabbiniz bir, atanız birdir. Arap’ın aceme, acemin de Arap olmayana herhangi bir üstünlüğü olmadığı gibi; beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva (Allah’tan sakınma) iledir.” Bu emrin üzerinden on dört asır geçmiş olmasına rağmen bugün yaşadığımız gezegende hala insanların ırklarından, ten renklerinden, siyah beyaz ayrımı yapılarak siyahlar için beyazlar için ayrı mekânların tahsis ediliyor olması insanlık ailesinin ahlak ve hukuku açısından acı bir durumdur. İslam bunu on dört asır cahiliyye adet olarak adlandırmış ve tarihin çöplüğüne atmış, insanların rengine, inancına bakmadan "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” ilkesiyle insanlık ailesinin sorumluğunu net bir şekilde ifade etmiştir. İnsanların dâhil olduğu ikinci daha küçük aile ise Ehl-i Kitap dediğimiz İnananlar ailesidir. Gerek Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde gerekse İslâm tarihi kaynaklarında Ehl-i Kitap ile olan ilişkiler hakkında, Medine döneminden başlamak üzere çok sayıda bilgi ve yaşanmış örnek vardır. Medine’de ikâmet eden Yahudi ve Hıristiyanların Müslümanlarla aynı devlet çatısı altında bir arada yaşamaları, o zamana kadar tarihte nadir görülen durumlardandır. Bu huzur ortamının başta Hz. Peygamber olmak üzere Müslümanlar tarafından sağlandığı ise akıldan çıkarılmamalıdır. Zira Hz. Peygamber’in hicretinden önce Medine’nin sakinleri arasında cereyan eden savaşlar, kan davaları ve asabiye problemleri olduğu bilinmektedir. İslâm tarihine, Medine Vesikası olarak geçen 49 maddelik sözleşme, Ehl-i Kitap ile Müslümanların aynı mekânı paylaşarak belli kurallar çerçevesinde, bir süreliğine de olsa âdeta bir birlikte yaşama sanatı sergilediklerinin yazılı belgesi olmuştur. Günlük sosyal hayatta Hz. Peygamber de Ehl-i Kitab’ı ötekileştirmeden, onlardan borç alabilmiş ve onlarla olan insanî ilişkilerini sürdürmüştür. Müslümanların Ehl-i Kitap ile beraber yaşadı dönemlerin en güzeli Endülüs’de kendini göstermiştir. Mağribi/Faslı Müslümanların ve Hıristiyanların aynı bölgede yan yana beraberce yaşadığı bir yer ve İslâm’ın farklılıklarla beraber yaşam modelinin adeta sembolü olmuştur. "Bu anlamda Doğu ile Batı kültür ve medeniyetlerinin motiflerini harmanlayan sekiz yüzyıllık bir tarihsel serüvene beşiklik eden Endülüs zengin bir tarihî miras bırakmıştır. İnsanlar grubunda dâhil olduğumuz üçüncü aile grubu ise Mü’minlerin oluşturduğu ailedir. Yaratıcı; "Mü’minler kardeştir.” emri mucibince Müslümanları aynı ailenin birer eşit ve kardeş bireyleri olarak ilan etmiştir. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten kısa süre sonra yaptığı işlerin başında "Muâhât/kardeşleşme” dediğimiz kardeşlik projesi yer aldı. Ensar ve Muhacirler arasında gerçekleştirilen birebir kardeşlik sözleşmesi, Medine’de kurulan İslâm devletinin sağlam bir sosyal yapı üzerine inşa edilmesini sağladı. Medine’ye hicretin hemen akabinde Hz. Peygamber’in inşa ettiği "Ensar-Muhacir kardeşliği” karşılıklı dayanışma hususunda İslâm tarihinde zirve bir nokta olmuştur. "Sizden biriniz başka birini, bir topluluk da başka bir topluluğu alaya almasın!” şeklindeki ilahi uyarı, insanlar arasında ötekileştirmenin her türlüsünü yasaklamıştır. Asr-ı Saâdeti’de Hz. Peygamber’in rehberliğinde bu ilahi öğretiler, topluma uygulamalı bir şekilde öğretilmiştir. Müslümanlar, "Medine Sözleşmesi” çerçevesinde Yahudi, paganist ve daha sonra civar yerlerden ilhak olunan Hıristiyanlarla aynı coğrafyada beraberce adil bir yaşamın temelini atmışlardır.Keywords : İslâm Tarihi, İnsanlık, Endülüs, Kültür, Ötekileştirme