- Kader
- Vol: 18 Issue: 2
- Kelâm’da "Ta‘lîm-i Esmâ": Dil Teorileri Bağlamında İlâhî Mânaların İsimlendirilmesi Mesele...
Kelâm’da "Ta‘lîm-i Esmâ": Dil Teorileri Bağlamında İlâhî Mânaların İsimlendirilmesi Meselesi
Authors : Hamdullah Arvas
Pages : 500-538
Doi:10.18317/kaderdergi.805186
View : 11 | Download : 5
Publication Date : 2020-12-31
Article Type : Research
Abstract :Kur’ân’da, Bakara Sûresinin 31. ayetinde, Hz. Âdem’e bütün isimlerin öğretildiği belirtilmektedir. Söz konusu âyet, ilâhî kudretin dilin kaynağı üzerinde belirleyici olduğuna işaret etmektedir. Bununla birlikte insanların sürekli yeni düşünceler keşfettikleri, kavramları belirtmek üzere semboller icat ettikleri bilinen bir gerçektir. Bu durum dinî düşüncede özellikle dil ve hakikat arasında mutlak ve statik ile mukayyet ve dinamik olanı bağdaştırmayı zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle kelâmcılar da tarihsel süreçte Kur’ân’da işaret edilen hakikatlerin mutlak boyutu ile hayatın yenilikçi ve dinamik boyutu arasında bir anlama ve anlamlandırma faaliyetini icra etmişlerdir. Bu sorumluluk günümüzde de devam etmektedir. Fakat modern dönemde, dil, düşünce ve varlık ilişkisinin kelâm düşüncesinde neye tekâbül ettiğini tespit etmek için öncelikle konunun klasik kelâm kaynaklarındaki izdüşümlerini bilmek gerekmektedir. Bu amaçla tasarlanmış çalışmamızda ta‘lim-i esmâ meselesi bağlamında ilâhî mânaların isimlendirilmesinin hakikat ve değeri irdelenmiştir. Bu bağlamda araştırmada öncelikle dil teorilerine, dil düşünce ilişkisine ve ilâhî mânaları belirtmek üzere kurucu kaynaklarda kullanılan isimlerin tevkîfî olup olmadığı meselesine odaklanılmıştır. Esasında ta‘lîm-i esmâ konusu, Kur’ân merkezli bir mesele olmasına rağmen zât-sıfat ilişkisi ve halku’l-Kur’ân gibi gerilimli tartışmaların gölgesinde kalmıştır. Bununla birlikte kelâmcıların zât-sıfat, halku’l-Kur’ân, hüsün ve kubûh meselelerine yaklaşımlarından hareketle onların ilâhî mânaların isimlendirilmesi konusundaki görüşlerine ulaşmak mümkün olmuştur. Araştırmada görüleceği üzere kelâmcıların ta‘lîm-i esmâ meselesine yaklaşımları onların zât ve sıfat anlayışları ile paralellik arz etmektedir. Zira Allah’ın bir ismi olması bakımından bazı kelimelerin hem anlam hem de lafız olarak kadîm bir belirlenmişliğe sahip olup olmadığı meselesinin ortaya çıkması aynı zamanda Kelâm’da ilâhî mahiyet konusundaki tartışmaların bir devamıdır. İlâhî isimler ezelî bir belirlenmişliğe sahipse, bu durumda her ismin Allah’a izafe edilmesinin kaynağı da ezelî olacaktır. Ayrıca beşer dilinde ifade bulan isimler, Allah’ın adları ile aynı ise bu da tecsîme yol açacaktır. İsimler Allah’ın zâtından ayrı ve gayrıdır denilse birden fazla ezelî ve ebedî varlık olacaktır. Bu kadar çok sayıda ezelî ve ebedî varlığın bulunması ise tevhîd ilkesine aykırıdır. Ne var ki sıfat ile zâtın zihinde birbirinden ayrılması ile dış dünyada bir ve beraber bulunması arasındaki ayrım fark edilmediği durumlarda sıfatlar, zâtın dışında ve ondan bağımsız, zâta zâid şeyler gibi anlaşılmıştır. Bu bağlamda Mu‘tezilî kelâmcılar Allah’ın zâtını hâdis niteliklerde tenzîh ederken kıdem kavramına büyük önem vermişler, âlemle ilişkili olan ilâhî eylemleri, zâtla özdeş yetkinliklerle temellendirdikleri için âlemde tahakkuk eden bütün varlıkları muhdes kategorisine almışlardır. Bu nedenle, her ne kadar Allah’ın zâtı ile alîm olduğu belirtilse de ilâhî ilmin zaman ve mekân koşullarındaki ontolojik ve epistemolojik tahakkuku âlemin muhdesliği içinde tasarlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında Mu‘tezilî kelâmcılara göre Kur’ân’da belirtilen isimler tıpkı Kur’ân’ın kendisi gibi hâdistir. Bunlar mâna itibari ile ilâhî ilmin sınırları içinde olmakla birlikte kelimeleri itibari ile beşerîdir. Dolayısıyla Ebû Ali Cübbâî’de karşılık bulduğu üzere insanların konuşmalarında Allah’ı tarif etmek üzere kullandıkları bu isimler ıstılâhîdir. Allah’ın zât ve sıfatlarını bir iletişim dili içinde belirtmek için dilin diğer kelimeleri gibi insanlar tarafından uzlaşma ile belirlenmiştir. Allah vahiy esnasında bu kelimelerle insanlara hitap etmiştir. Sonuç olarak Mu‘tezile kelâmcıları isim ve müsemmâ ilişkisini ıstılâhî görürken Ehl-i sünnet kelâmcıları meseleyi Allah’ın her şeyi yaratmasını temel alan büyük resmin içinde konumlandırmışlardır. Üçüncü bir yol olarak ortaya çıkan meleke ya da kuvve teorisine bazı Eş‘arî ve Mâtürîdî kelâmcıları destek vermişlerdir. Bu bağlamda vahyi kavramsal olarak Allah’a, söz değeri bakımından insana tahsis eden Mâtürîdî’nin görüşlerinin, meleke teorisine uygun olduğu tespit edilmiştir.Keywords : Kelâm, Ulûhiyet, İsim, Tevkîfîlik, Istılâhîlik, Meleke