- Uluslararası Beşeri Bilimler ve Eğitim Dergisi
- Vol: 5 Issue: 10
- Türk Dış Politikasında Mezhepçilik Ve Haşdi Şabi Örneği
Türk Dış Politikasında Mezhepçilik Ve Haşdi Şabi Örneği
Authors : Halil ÜLKER
Pages : 293-309
View : 7 | Download : 2
Publication Date : 2019-04-30
Article Type : Other
Abstract :Türk dış politikası esasında uzun zamandır tarafsız ve denge politikası güdüyor gibi gözükse de çok uzun yıllardan beridir konjonktür gereği ara ara çıkan mezhepçi tutumlara yenik düşmüş ve devletin resmi ideolojisi kabul edilen hanif/sünni mezhepleri tarafında yer almayı tercih etmiştir. Türk dış politikasının oluşmasında, politika belirleyicisi konumunda olan kişilerin felsefeleri, ilkeleri ve amaçları kadar Türkiye’nin jeostratejik konumu da çok önemlidir. Esasen Osmanlı Devletinden bu yana çeşitli konjonktürel olaylar karşısında Türk dış politikasında mezhepçi yaklaşımlar olmuştur. Karşımıza ilk olarak 1560 yılında çıkar. Tarihte Şehzade Beyazid hadisesi olarak geçen bu olay şu şekilde cereyan eder. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinin akabinde kardeşi Selim’in kendisine tercih edileceğini düşünen Şehzade Beyazid babası Sultan Süleyman’a karşı isyan eder ancak Osmanlı ordusu karşısında mağlup olur ve İran’a kaçarak Safavi devletine iltica eder. Safavi’ler çeşitli olayların akabinde Osmanlı Devleti ile arasını düzeltebilmek amacıyla Şehzadeyi ve çocuklarını Osmanlı’ya teslim ederler. Ardından Özbek Hanlığına karşı Osmanlı Devletinden yardım isterler. Osmanlı devleti ise verdiği cevapta "Şii olan bir devletle Sünni olan başka bir devlete savaş açmayacağını” bildirir. Cumhuriyet döneminde ise bu durumun en belirgin örneği 20 Ocak 1990’da yaşanan Karabağ Katliamı ile alakalı olarak Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yaptığı bir açıklamada "Onlar Şii, Biz Sünniyiz. Onlar İran’a daha yakın” diyerek Karabağ’da yaşanan katliama üzülmememiz gerektiğini söylemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Azerbaycan’a yardım etmeyeceğini beyan etmesidir. Rusya ile konjonktürel yakınlaşma amacı taşıyan bu açıklama hemen akabinde Moskova yönetimi tarafından çok beğenilmiş, alkışlanmıştır. Günümüzde ise bu durumun en bariz örneğini DAEŞ ile alakalı olarak Irak’ta yapılan mücadele de soybağı olmasına rağmen Telafer, Kerkük Türkmenleri genel olarak şii olmaları hasebiyle göz ardı edilmesidir. Haşdi Şabii, yada Türkçe karşılığıyla Gönüllü Halk Kuvvetleri sadece şii unsurları içermemekle birlikte bünyesindeki Türkmenlerin neredeyse tamamı şii kökenlidir. Haşdi Şabii’ye katılan 16. Türkmen Tugayı komutan yardımcısı Ebu Mustafa İmâmî 16 Ekim 2016 tarihli bir röportajında şöyle diyor; " Türk Milleti şerefli bir millettir, güzel bir millettir. Biz de Türk Milletinin bir parçasıyız. Biz bununla (Türk Olmakla) iftihar ediyoruz. Ama Hükümet ile (Türkiye Hükümeti) sorunlarımız var. IŞİD 500 bin Türkmen nüfuslu Telafer’e girdiğinde, nice Türkmen köylerini ele geçirdiklerinde bu hükümet (Türkiye Hükümeti) tek bir kınama dahi yayınlamamıştı. Telafer’de katledilenler Türkmen değil miydi? Şimdi biz Kerkük Türkmenleri bir birlik (Haşdi Şabi) kurmuşuz, gelip buna (bize) yardım etmeleri mi gerekir, yoksa karşısında olup Musul’u mu bahane etmeleri gerekir? Artık Türkmen’in bir silahlı gücü var. Bu (kendini korumak) bizim en doğal hakkımız. Biz o dönem (IŞİD tarafından Telafer’de katliam yapmaya başladığı dönem) bütün komşularımızdan yardım istedik. Biz kurduğumuz birliğin adını Türkmen koymuşsak, isterdik ki bize ilk sahip çıkan Türkiye olsun, çünkü Türkmenlerin hiçbir gücü yoktu. ” Oysa o dönemdeki dış politikamız gereği İran ve Şii coğrafyasından uzak kalmalı, Sünni Barzani ile ittifak yapmalıydık. Bu nedenle de Haşdi Şabi örneğinde Irak Türkmenleri Mezhepçi politikaya kurban gitti. Sonuç olarak Barzani Türkiye’yi Musul konusunda sırtından vurdu, DAEŞ ile mücadelede sınıfta kaldı. Bildiride bu durumu yorumsuz bir şekilde irdeliyor ve Türk dış Politikasındaki Konjonktürel Mezhepçiliğe ışık tutmaya çalışıyoruz. 0000-0001-6750-7808Keywords : dış politika, haşdi şabi, mezhepçilik